Toplum Sözleşmesi Kavramının Doğuşu
İngiliz düşünür Thomas Hobbes (1588-1679) burjuva devrimlerinin hazırlık/gelişme çağında karşımıza çıkan önemli isimlerden biridir.
Hobbes’un yaşadığı dönemde Katolik İspanya Kralı II. Philippe, Kilisenin “sapık” ilan ettiği bir mezhebin (Anglikanizm) takipçisi olan Elizabeth’in hüküm sürdüğü İngiltere’yi işgal etmeye hazırlanıyordu. İspanya amacına ulaşamadı ama ülkesinin işgale uğrama tehlikesi Hobbes’un düşüncelerini derinden etkiledi.
Hobbes’u siyasi düşünceler tarihinin önemli bir figürü kılan 1651’de Londra’da basılan Leviathan adlı eseridir. Bu kitap, ismini İncil’de bahsi geçen bir ejderhadan almaktadır. Leviathan, yeryüzünde kimsenin güç yetiremeyeceği bir canavarın adıdır.
Hobbes’u böyle bir kitap yazmaya iten neden, İngiltere’de büyük bir siyasi karışıklık sürerken (dolayısıyla dış tehditlere açıkken) ve Avrupa din savaşlarıyla sarsılırken kralın yetkilerinin sınırlandırılması tartışmalarının yapılıyor olmasıdır. Hobbes, ülkesinin ve Avrupa’nın yaşadığı bu genel kargaşa döneminde, karalın yetkilerin sınırlandırılmasının tehlikeli sonuçlar doğuracağına inanmaktaydı.
Burjuva devrimlerinin arifesinde, Hobbes burjuvazinin tarafında yer almamıştır. Bilakis, mutlak iktidarı sağlam temellere oturtmaya gayret etmiştir. Hobbes’a göre mutlak iktidar, kralın Tanrı’dan aldığı yetkiye değil bireylerin çıkarlarına dayanmalıdır. Leviathan, dev ve yapay bir insandır. Bu yapay yaratık, devletin ta kendisidir. Hobbes’un Leviathan adını verdiği bu dev insan, yani devlet, insanları korusun diye bizzat insanlar tarafından kendi aralarında yaptıkları bir sözleşme ile yaratılmıştır.
Hobbes’un, devletle ilgili düşüncelerinin hareket noktası “doğal yaşam”dır. Ona göre insanların doğal yaşam sürdükleri – devletin olmadığı – dönem altın bir çağ olmaktan uzaktır. Tam tersine, devletin henüz olmadığı bu dönemde insanlar cehennem hayatı yaşamaktaydılar. İnsanların eşit ve sınırsız özgür oldukları doğal yaşam koşullarında “İnsan insanın kurdudur” (Homo homini lupus) sözü haklılık kazanmaktadır. İnsanların sürekli bir şekilde birbirlerinden korktukları böyle bir durumda uygarlığın ilerlemesi beklenemez. Hobbes’a göre, insanların birbirini ezdiği bu cehennem hayatına son vermek için bir sözleşme (kontrat) yapmak gerekmiştir. Bu sözleşmeyle insanlar, önceden sahip oldukları sınırsız özgürlüklerine son vermişler; kendilerini temsil edecek ve yönetecek dev insanı (devlet) yaratmışlardır.
İnsanların yarattığı bu yüce egemen güç (Leviathan yani devlet), insanların kendi aralarında yaptıkları sözleşmeyle hiçbir şekilde bağlı değildir. Çünkü insanlar doğal yaşam hâlindeyken sahip oldukları tüm hakları barışa kavuşmak üzere bu egemen güce yani devlete devretmişlerdir. Egemen güç, Hobbes’a göre monarktır (kral) ve o, yapılan sözleşmenin taraflarından biri değildir. Bu nedenlerledir ki son derece geniş yetkilerle donanmış olmasına rağmen Leviathan’ın topluma karşı hiçbir yükümlülüğü yoktur.
Hobbes’un bu düşüncelerinden çıkan sonuç şudur: Hukukun tek bir kaynağı vardır ve o kaynak Leviathan’ın yani devletin iradesidir. Dolayısıyla, İngiliz düşünüre göre doğru ile yanlışın ne olduğuna karar verecek olan da monark ya da daha genel bir ifadeyle devlettir. Zira insanlar bu yetkiyi yaptıkları sözleşmeyle Leviathan’a devretmişlerdir.
Hobbes’a göre, mülkiyet de insanların ortak iradeleriyle yaratılan egemen gücün mutlak denetiminde olmalıdır. Doğal yaşam koşullarında herkesin her şey üzerinde hak iddia etme durumu söz konuydu. Fakat neticede kuvvetli olan istediğine sahip olabiliyordu. Devletin yaratılmasıyla, mülkiyet güvenlik altına alınmıştır. Devlet, gerekli gördüğü veya dilediği zaman mülkiyeti yeniden düzenleme hakkına sahiptir. Hobbes’a göre devletsiz özel mülkiyetin bir anlamı yoktur.
Hobbes, aynı mantık zincirinin devamı olarak din konusunda da devleti merkeze almıştır. Ona göre insanlar iki efendiye birden hizmet edemezler. Bu noktada Hobbes, Katolikliğin ortaya koyduğu düalizmi (ikicilik) reddeder; ruhani (Papa) ve dünyevi (Kral) liderlik ayrımına karşı çıkar. İç barışı sağlayabilmek için egemen gücün, ruhani (dini) ve cismani (dünyevi) iktidarı tek elde toplaması gerektiğine inanır.
Hobbes’un yönetim biçimleri arasında monarşiyi tercih ettiği açıktır. Fakat onun savunduğu monarşide, monark (kral) gücünü tanrıdan değil toplumdan alır. Hobbes’un mutlak monarşiyi savunmasındaki neden, bireyin güven ve mutluluğunun sağlanmasıdır.
Hobbes her ne kadar monarşinin yılmaz bir savunucusu olsa da, onun düşüncelerinin gelişiminde yeni yeni gelişen bir toplumsal sınıfın – yani burjuvazinin – dolaylı da olsa etkilerini görmek mümkündür. Sonuçta Hobbes öngörmese de toplum sözleşmesi ileriki dönemlerde burjuvazinin çıkarlarına hizmet edecektir.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM