İslam Felsefesinin Ortaya Çıkış Koşulları
İslam felsefesinin gelişmesinde düşünsel birikimi koruyan ve farklılıkları bir arada tutan kentler ve yöneticilerin büyük etkisi görülür. Ötekiyle karşılaşma kendine dönük bir içe bakış ve çok sesliliği getirdiğinden, karmaşık yapılı kentler düşünsel birikimin gelişmesine katkı sağlar.
Ortadoğu İÖ. 5000’den beri böylesi kentleri barındırmaktadır. İslam düşüncesinin ortaya çıkışı ve yayılması bu kentlerin İslam’la tanışması ve İslam düşüncesini benimseyenlerin bu kentlerdeki birikimle buluşması felsefi birikimin zenginleşmesini sağlar. Söz konusu kentlerin düşünsel bağlamda gelişmesi buraların İslam’ın yükseliş dönemlerinde birer çekim merkezi olmasıyla yakında ilgilidir.
Avrupa’nın bu dönemde barbar akınları olarak bilinen göç hareketleriyle boğuşması, politik baskılar eski kentlerin önemli düşünürlerin Ortadoğu’ya göç etmesine yol açar. Sözgelimi Platon ve Aristoteles’ten sonra felsefi tartışmaların odağı durumuna gelen Atina, İS. 6. yüzyılda Bizans imparatoru I. Justinianos’un (482-565) Atina okulunu kapatmasının ardından felsefenin merkezi olmaktan çıkar.
Atina Okulun saygın hocaları sayılan yeni-Platoncular Damascius (458-538) ve Simplicius (490-560) felsefe, bilime destek veren şehir olarak bilinen Sasani şehri Cündişapur’a giderler. Burası önemli bir felsefe ve tıp merkezi durumuna gelir.
Cündişapur’un yanı sıra bir başka felsefe merkezi İskenderiye’dir. İskenderiye, Plotinus (204-270), Porfirius (204-305) ve Jamblikus’un (245-325), Platonculuk, Aristotelescilik ve Pythagorascılığı harmanlayarak oluşturduğu felsefi bakışın etkisi altındadır. İslam’ın ortaya çıkışıyla birlikte Hz. Muhammed Arap Yarımadasında daha önce dağınık hatta savaş durumunda olan aşiretlerin siyasi birliğini sağlayarak onları İslam devleti altında birleştirir. Hz. Muhammed’in ardından da yapılan fetihler sonrasında dünyanın kültürel ve düşünsel bakımdan önemli kentleri ele geçirilir. 641 yılında Mısır, Emeviler döneminde (661-750) Şam, daha sonra Abbasiler döneminde (750-1258) Bağdat elde edilir. Bu kentlerin yanı sıra İslam Devleti egemenliğine geçen Antakya, Harran, Urfa, Kinnesrin ve Nusaybin önemli düşünsel merkezler arasındadır.
Anılan kentlerde Süryanice bilen aydınlar Yunanca yazılmış eserleri Süryaniceye çevirirler. İslam felsefesinin hazırlayıcı koşullarından bir başkası olarak görülen çeviri hareketi Süryanice ve Yunancadan Arapçaya yapılan sistematik çeviriler ile VIII. yüzyılda başlar. Emevi hükümdarı Yezid tıp, kimya ve astrolojiye ilişkin eserlerini Arapçaya çevirtir.
Daha sonra Harun Reşid ardından da oğlu Me’mûn Bağdat’ta 830 yılında Felsefe Evi’ni (Beytü’l-Hikme) kurar. Çeviri hareketleri öylesine büyük bir çabadır ki Bizans ve Yakındoğu’da bulunabilen edebiyat ve tarih dışındaki hemen hemen bütün din dışı Yunanca kitapların, 8. yüzyılın ortasından 10. yüzyılın sonuna kadar Arapçaya çevrildiği öne sürülür. Yunanca-Arapça çeviri hareketi iki yüzyıldan daha uzun bir süre devam eder.
Fetihler sonrası ele geçirilen yeni coğrafyada Araplar, Yunan, Mısır, İran, Yahudi, Hıristiyan ve mistik geleneklerin sürdürüldüğü bir ortamla karşılaşır. Buralarda yaşayan çeşitli topluluklar karşısında İslam’ı savunma çabası düşünsel bir canlılığa neden olur. Dünya tarihinin merkezi olan bölgede yer alan köklü gelenekleri ve inançları benimsemiş kimselere karşı İslam’ı diri tutma ve onlara egemen kılmak ancak bu eski kültürlerin birikimini tanımakla ve birikimlerini sindirmekle olanaklıdır. Böylece İslam teolojisini derinleştirme ve diğer inanç topluluklarına karşı savunma çabası felsefenin İslam egemenliğindeki topraklarda gündeme gelmesini sağlar.
Söz konusu teolojik çalışmalar Kelamın ortaya çıkmasına yol açar. Kelam, İslam’ın temel kaynağı olan Kuran’ı Kerim hakkında yapılan kavramsal çalışmaların adıdır. Kuran’da dile getirilen düşüncelerin açık kılınması Kelam’ın temel amacıdır. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra baş gösteren iktidar kavgaları, Müslümanların birbirlerini öldürmeleri, Fitne olayları gibi kargaşalar Kelam’ın ortaya çıkışına ön ayak olur. Bu tür sorunlara yönelik çözümlerin doğrudan Kuran yoluyla değil, Kuran’da dile getirilenlerin yorumlanmasıyla çözüme kavuşturulabilimesi Kelamın kapsamındadır.
Örneğin Müslüman olmayanların ahirete ilişkin durumlarını konu eden Bakara suresi 62. ayette yer alan “Şüphesiz iman edenler; Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Sabilerden de Allah’a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir” ile Ali İmran suresi 85. ayette yer alan “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır” ifadelerin karşılaştırılması, yorumlanması ve nasıl anlaşılması gerektiği Kelamın konusuna girer. Bu yüzden Kelam aynı zamanda bir yorumlama ve tartışma geleneğidir. Böylece Kelam, felsefenin vazgeçilmez alanı olan adalet, hak, hukuk gibi konuların soyut ve kavramsal bir düzeyde tartışılmasına zemin hazırlar.
İslam’ın daha önce kabile düzeninde yaşayan Arap toplulukların devletleşmesine aracılık etmesi, toplumsal düzenin İslam uyarınca düzenlenmesine yol açar. İşte Kelam, İslam öğretisinin toplumsal yaşamın türlü aşamalarına yönelik yorumlanmasını sağlar. Bu bakımdan Kelam kanıtlamalı akıl yürütmelerin yapılmasını gerektirir. Gündelik yaşamın sorunlarının Kuran öğretisi çerçevesinde yorumlanması çabası, mantıksal, dilsel ve düşünsel zeminin gelişmesine olanak sağlar.
İslam felsefesinin gelişmesinde payı olan bir başka neden refahtır. Refah, bir başka deyişle toplumsal emek yoluyla üretilen artı değerin belli kişilerin kullanımına sunulmasıyla sağlanan rahatlık, felsefenin gelişimi için önemli koşullardan biridir. Bu dönemde filozofları ve bilginleri himayesi altına hükümdarlara rastlanır. Bu himaye filozof ve bilginlere maaş bağlanması, kaynak toplanması, yazım araçlarının sağlanması türünde destekleri içerir.
Kelam’dan felsefeye geçişte İslam düşüncesini etkileyen önde gelen akım Plotinus ve öğrencisi Porfirius başını çektiği Yeni-Platonculuktur. Güçlü bir gelenek olan Plotinus tekçi bir felsefeden yanadır. Mutlak varlık ilkin Nous (Akıl) biçimindedir daha sonra südûr (türüm, taşma) yolu ile tüm var olanlar ortaya çıkar. Bu bakımdan İslam’ın Tanrısı ve evren tasarımı ile Yeni-Platonculuk arasında bağ kurulur. Arapçaya çevrilen ilk temel metin Plotinus’un En-nead’lar eserinin bir çeviri yorumdur. Benzer biçimde felsefe hakkında Arapça yazan ilk düşünür olan Kindi (801-873) İslam felsefesinin ilk dönemlerinin bu Yeni-Platoncu eğilimlerinden sonra gelen Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi filozoflar ise Platon, Aristoteles ve Plotinos’un düşünceleriyle İslam dininin temel ilkelerinin sentezini yapma arayışında olur.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM