Dil ve Düşünce İlişkisi, Dil ve Düşünce Arasındaki İlişki
Dil ile düşünce arasında yadsınamaz, sıkı bir bağ vardır. Dil, düşüncenin; düşünce de dilin, bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz parçasıdır. Dil düşüncenin kalıbıdır, kabıdır, taşıtıdır. Düşünceyi somutlaştıran dildir. Dille somutlaşmayan düşünce, düşünce değildir.
Düşüncenin düşünce olabilmesi, düşünce değeri taşıyabilmesi için, söz hâline gelmesi, yani dillenmesi gerekir. Düşüncelerimizi, dil kalıplarına; kelimelere ve cümlelere dökerek ifadelendirir, başkalarına aktarabiliriz.
Ayrıca kelimeler evrendeki varlıkların dildeki karşılıklarıdır, insanoğlu evrendeki varlıkların ve hareketlerin varlığını ancak ve ancak onları adlandırarak kavrayabilir.
Konuşan kişinin kullandığı sözcüğün karşılığı olan varlık, dinleyenin beyninde ancak sözcüğün marifetiyle belirir. Dile getirilemeyen bir varlıktan, bir düşünceden bahsedilemez. Kelimeler; düşünme ve fikir üretme aracıdır.
DİL – DÜŞÜNCE İLİŞKİSİ
İnsan; pek çok konu ve olay, okunan bir roman, izlenen bir film, duyulan bir haber ve benzeri durumlar üzerine düşünür. Düşünme ise dil (söz) edimiyle aynı anda gerçekleşir.
Dil, hem düşünmeye yarayan hem de düşünceleri başkalarına iletmek için gerekli olan sembolik bir dizgedir. Diğer sembolleştirmelerden (matematik, mantık, sibernetik gibi) farkı insanın doğal yeteneğinin bilinçli ve kültürel bir faaliyetle geliştirilmiş olmasıdır. Sözcük biçimindeki sembollerin bir anlam taşıması yoluyla da ortak bir anlayış ve iletişime imkân sağlar.
Dil, insanın duygu ve düşüncelerini dışa vurmasının yanında mevcut düşüncesinin belirlenmesini ve gelişmesini de sağlar. Düşünülen şey, dilin etkisi altında tekrar tekrar biçimlenir. Dilin gelişimi de düşünceyle olur.
Düşünce geliştikçe yeni kavramlar ve onlara bağlı anlamlar oluşur ve dil, bu durumu zenginleştirir. Dil ve düşünce arasındaki bu etkileşim, insanın kendini daha iyi ifade etmesinde ve üretkenliğinde önemli bir unsurdur.
Düşünce kavramlarla anlam kazanır ve insan, dil ile diğer insanlara düşüncelerini aktarır. Dil ile ifade edilen düşünce, zihindeki hâliyle değil kavramların birer göstergesi olan somut hâliyle görünür. Diğer insanlar da bu somutluk üzerinden düşünülen şeyin ne olduğunu anlamaya çalışır.
İlgili konu: Felsefede dil – kavram ilişkisi
Dilin anlamsal olarak biçimlenip kullanılması sırasında aktarılan düşüncede anlam daralması veya bozulması olabilir. Dilde yapılan hatalar düşünmede de hata oluşturabilir.
Akıl yürütmelerin yanlış yapılması, bilinçli veya bilinçsiz olarak kavramların bilinen anlamları dışında kullanılması, anlamsız sözler türetilmesi ve cümlelerin yanlış yapılandırılması gibi durumlar anlamı bulanıklaştırır.
Konuşma edimi olarak dil insanların sorunlarını ve bilgilerini, imge, duygu ve tasarımlarını sözcükler (dilsel simgeler) ve cümleler yoluyla belirtme veya bildirme etkinlikleri içerir. Oysa felsefi söylem, terimlerin tanımlanmasını ve belirli anlamlarla donatılmasını gerektirir.
Filozoflar, argümanlarını ortaya koyarken mantığa dikkat eder ve dili doğru kullanmaya özen gösterir. Dil ile ifade ettiği düşünceler, içinde barındırdığı mantıksal tutarsızlık ve anlam bozuklukları yüzünden kolayca çürütülebilir.
Filozoflar, düşünsel süreçte ve onların ifade edilmesinde dilin inceliklerine hâkim olarak onu ustaca kullanırlar. Hatta düşüncelerini açıklarken kavramların yetersiz kalması durumunda kavramları yeniden tanımlar veya yeni kavramlar üretirler.
Filozoflar, düşüncelerini bu şekilde aktarır. Düşünceyi ve dili sorgulayan felsefe, dil ve düşünce arasındaki ilişkinin en iyi örneklerini filozofların metinlerinde verir.
Düşüncenin dil ile olan ilişkisini anlamanın bir yolu da felsefi görüş ve çözümlemelere bakmaktır. İnsana ait her alanı kendine araştırma ve inceleme alanı yapan felsefe, insan hayatını derinden etkileyen dil üzerine de yönelerek onu sorgular.
Felsefenin dil ile ilgilenen alt dalına dil felsefesi denir. Dil ile felsefe arasında oluşan ilişki, filozofun kendi görüşlerini oluşturma ve açıklamasında dili kullanmasına dayanır. Felsefe, filozofun yaptığı kavramsal bir etkinlik olarak dil ile doğrudan ilişkilidir.
Konuşmak insanların kendini ve başkasını anlamak için yaptıkları faaliyettir. Anlaşabilmek için ortak bir dil ve bu dildeki sözcüklerin anlamları üzerinde bir uzlaşma gereklidir.
Karşılıklı konuşmada kullanılan sözcüklere ya da terimlere farklı anlamlar yüklenmesi anlaşmayı olanaksız kılar. Aynı kavramlara, ayrı anlamlar yükleyen insanlar birbirleriyle konuşsalar bile anlaşma sağlanamayabilir.
Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve “Sosyolojiye Giriş” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Diğer Ders Notları (Ömer YILDIRIM), MEB Felsefe Ders Kitabı