Felsefe hakkında her şey…

Psikodinamik, Psikoanalitik Yaklaşım Nedir, Ne Demektir?

22.11.2019
7.659

Psikolojide şimdiye kadar sözü edilen ilk yaklaşımların üniversitelerde ortaya çıktığı zamanlarda, Viyana’da üniversite yerine özel tıp kliniğinde başka bir psikoloji yaklaşımı uç vermekteydi. Genel olarak psikodinamik yaklaşım adı verilen bu akımın öncüsü Sigmund Freud, nöroloji alanında özelleşmiş bir tıp doktoruydu ve 1886’da Viyana’daki muayenehanesinde sinirsel şikayetlerle gelen hastaları tedavi etmekteydi.

Hastalarının çoğunun sinirsel şikayetlerinin fizyolojik değil de psikolojik temelli olduğunu gözlemleyen Freud, tüm klinik çalışmalarını bu psikolojik temelleri araştırmaya yönlendirir. Bu çabalarının ürünü, hem bir kişilik kuramı hem de bir tedavi biçimi olan psikanaliz‘dir (Gray, 1999; Morris, 2002).

Psikanalitik kuramın temel varsayımı, davranışlarımızın bilinçdışı süreçler tarafından yönlendirildiğidir. Wundt; TitchenerJames, Wertheimer ve diğerleri zihnin tamamıyla bilinçli deneyimlerden oluştuğunu düşünürken, Freud bilinçli zihnin, buzdağının sadece görünen ucu olduğunu, zihinsel etkinliklerin çoğunun bilinçdışı olduğunu iddia etmiştir (Gray, 1999). Freud’a göre, bilinçdışı arzu, korku ve çatışmaların kökeni doğuştan getirdiğimiz bir takım içgüdülerdir. Başlıcaları cinsellik ve saldırganlık olan bu içgüdülerin doyumu, genellikle, çocukluk sırasında anne-baba tarafından toplumsal kurallar çerçevesinde sınırlandırılır ve hatta tümden yasaklanabilir.

Sınırlandırılan ya da yasaklanan içgüdüler bilinçten uzaklaştırılarak, bilinçdışına bastırılırlar ve fakat davranışı etkilemeye devam ederler. İşte bu bastırılmış bilinçdışı içerikler, Freud’a göre, rüyalar, dil sürçmeleri, ruhsal hastalık belirtileri biçiminde ortaya çıkabildiği gibi sanat ve edebiyat eseri olarak da dışa vurulabilirler (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995). Bir tedavi biçimi olarak da psikanalizin hedefi, bilinçdışına bastırılan çocukluk deneyimlerini, hastanın bilincine getirmek ve böylelikle çatışmayı çözmesini sağlamaktır (Gray, 1999). Freud’un yaklaşımı, akademik psikoloji tarafından yaygın kabul görmemiş ve çeşitli biçimlerde eleştirilmiştir. En sık dile getirilen eleştiri, psikanalitik yaklaşımın nesnellikten uzak olduğu; büyük ölçüde öznel yorumlara dayandığıdır. Ancak her şeye rağmen, Freud’un yaklaşımının psikolojide, diğer sosyal bilimlerde ve sanatta derin bir etkisi olduğunu söylemek gerekir (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995).

Bu ekol insan davranışlarının sadece bilinçli süreçlerle açıklanamayacağını öne sürmüş, psikoloji biliminin bilinçaltını da incelemesi gerektiğini savunmuştur. Ekol 1895’te kurulmuştur. Bu ekolün kurucusu S. Freud (Froyd, 1856-1939), ekolde yer alan diğer kişiler ise C. G. Jung (Yung, 1875-1961), A. Adler (Adler, 1870-1937), K. Horney (Horni, 1885-1952), E. Fromm (From, 1900-1980), E. Erikson (Erikson, 1902-1994)’dur. Çağdaş psikolojiye etkisi: Bilinçaltının güdüleyici kuvvetlerinin, bunlar arasındaki çatışmaların ve bu çatışmaların davranışa etkilerinin incelenmesi.

İnsanın her davranışının kişiliğinden kaynaklanan bir nedeni vardır. Bu neden onun bebeklik, çocukluk, gençlik çağlarına dayanır. İnsan doğuştan gelen iki eğilime sahiptir: cinsellik ve saldırganlık. Bunlar onun bir toplum içinde yaşamasını zorlaştırdığından sürekli baskı altında tutulur ve bilinçli olmayan bir alana itilir. Ruhsal yapı birbiriyle ilgili üç kavramla açıklanır: bilinç altı, bilinç ve bilinç öncesi. Psikoloji, kişilikteki aksaklıkların bilinç altındaki nedenlerini bulmalı ve tedavi etmelidir. Bunun için de bireyin geçmiş yaşamını ortaya çıkarmayı amaçlayan vaka incelemesi yöntemini kullanmalıdır. Tedaviye yönelik olarak da klinik yöntemlerden yararlanılmaktadır.

Psikodinamik Yaklaşım Nedir?

Psikodinamik yaklaşımda kuramlar psişik enerjinin davranışlar üzerindeki etkisi üzerinde çalışmaktadırlar.

Bu süreçte bu enerjinin kaynağı kimi zaman cinsellik ve saldırganlık içgüdüleri olabilirken, kimi zaman da bireyin bağımlılıkla savaşı olabilmektedir. Psikodinamik kuramlar, kişiliğin bilinçdışı (bilinçaltı) unsurlarla şekillendiğini savunmaktadırlar. Bu yaklaşımın en önemli öncüsü Sigmund Freud’tur. Onu takip eden ve onun kuramına yeni ve farklı yorumlar getiren Carl Gustave JungAlfred AdlerKaren Horney ve Erik Erikson gibi kuramcıların kişilik yaklaşımları psikodinamik yaklaşımlar altında incelenmektedir.

Freud’a göre davranışın temeli şu an farkında olduğumuz her şeyi kapsayan bilinç düzeyinde gerçekleşen duygu ve düşüncelerin yerine bilinçdışına ait duygu ve düşüncelere dayanmaktadır. Bu bakış açısı sebebiyle Freud insan davranışıyla ilgili yepyeni görüşlerin temelini atmıştır. Freud’a göre insan davranışının temelinde bilinçdışı güdüler ve dürtüler bulunmaktadır. Bu güdü ve dürtülerin bazıları yok edici olabilirken bazıları da türün devamı açısından önemlidir. Freud’a göre bütün insan davranışları iki temel biyolojik içgüdü tarafından yönlendirilmektedir. Cinsellik ve saldırganlığa bağlı olarak ortaya çıkan bu içgüdüler yaşam içgüdüsü (Eros) ve ölüm içgüdüsü (Thanatos)’tur. Kişilik gelişiminde en etkili güdülerden biri olarak cinsellik güdüsünü, erotik anlamından ziyade yapılan herhangi bir işten elde edilen hanın her türü olarak tanımlamak daha uygun olacaktır (Morris, 2002).

Freud’a göre kişilik; ego, süperego olarak adlandırdığı yapıların etkileşimlerinden meydana gelmektedir. Doğuştan gelen ve bilinçdışı istek ve güdülerden oluşan id,  peşindedir. Sürekli olarak bu istek ve güdülere yönelik doyum arayan ve acıdan kaçan id gerçek dünyaya göre hareket etmez. Dünyadaki gerçeklik onun için önemli değildir. İd için önemli olan bir an önce bu isteklerin haz verici bir şekilde doyurulması ya da sıkıntı veren durumdan kaçılmasıdır. Bunu id iki şekilde yerine getirir. Birinci yol boğazına bir şey takıldığında öksürmek gibi tepkisel davranışlar, bir diğeri ise kendini rahatlatmak için kızdığınız bir arkadaşınıza rüyanızda haddini bildirmek gibi durumları içeren hayal kurma ya da başka deyişle arzu gerçekleştirmedir. Hiçbir zaman hayal yoluyla gerçek yaşamdaki hazzı elde edemeyen idin gerçek dünyayla ilişki kurması yolunda egonun aracılığına ihtiyacı vardır.

Düşünme ve akıl yürütme süreçlerinin kontrolü ego tarafından yürütülür. Ego bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı etkileşimli olarak çalışmaktadır. İdden gelen haz arayışına yönelik dürtü ve istekleri dış dünya koşullarına göre ayarlayan ego bu dürtü ve isteklerin yerine getirilmesinde gerçeklik ilkesi doğrultusunda aracılık sağlar. Bu süreçte bireyin davranışlarında toplumsal yapı içersinde şekillenen kurallar, gelenekler ve kişiliğin ahlaki boyutunu içeren süperego etkili olur. Toplumsal kalıpların yanı sıra anne babaların ve çevrenin söyledikleri bizim yargılarımızı oluşturduğundan süperego olayları değerlendirirken tüm bu unsurları temel ölçüt olarak ortaya koyar. Superego ve onu oluşturan değerlendirme ölçütleri doğuştan değil sonradan kazanılanlarla şekillenir.

Farkında olmadığımız ama kolaylıkla hatırlanabilecek bilgiler bilinç öncesini oluşturur. Örneğin “halamın ismi nedir?” ya da “İlkokul öğretmeninin adı neydi?” gibi soruların cevapları, o an için aklınızda olmayan fakat bir soruyla hemen ya da biraz üzerinde düşünülerek de olsa çağrılması kolay bilgilerden oluşur. Bilinç ise şu an içinde olduğunuz durumla ilgili olarak tüm hissedilenleri kapsar. Oturduğunuz odadaki koku, o an için gelen ses, kıyafetlerinizin dokusu gibi unsurlar o an için farkında olduğunuz unsurları içerir. Bilinçdışı (bilinçaltı) ise bireyin istese de hatırlayamayacağı ama farkında olmadan davranışlarını yönlendirebilecek unsurları içerir.

Bazen farkında olmadığımız bu bilinçdışı süreçler; dil sürçmeleri, rüyalar ya da hipnoz altında ortaya çıkabilmektedir. İd, ego ve süperegonun işleyişiyle ilgili olarak, paraya çok ihtiyacı olan bir çocuk, arkadaşına ait olan parayı gördüğünde, id bu parayı alıp ihtiyacını gidermesi yolunda bireyi doğrudan hazza gösterecek yolu zorlar. Öte yandan süperego toplum kurallarının, iyi ve kötü davranışın farkında olarak bu davranışın bireyin cezalandırılması, en iyi ihtimalle ayıplanma ve dışlanma ile sonuçlanacağını bilir ve bireyi engeller. Bu süreçte birey id’in istek karşılama yolundaki baskısı ve süperegonun toplumsal ve ahlaki kurallara yönelik baskısı arasında kalır. Bu süreçte ego arabulucudur. İde ve süperegoya bir şekilde “Ben sizin için orta yolu bulacağım” mesajı gönderir.

Dış dünya gerçekliği doğrultusunda arkadaştan borç para istenmesi ya da arkadaşı görmeden paranın alınması bulunan arabulucu çözüm yollarından biri olabilir. Çoğu zaman Freud’un kişilik ile ilgili kuramı bir buzdağına benzetilir. Kişiliğin ve güdüleyici faktörlerin çok az bir kısmı yüzeyde görünürken, kişiliğin ve onu oluşturan davranışların görünmeyen büyük bir kısmı yüzeyin altında yer almaktadır. İdi insanın nefsi, egoyu benlik, superegoyu da vicdan olarak adlandırmak mümkündür. Superegonun varlığı, sadece id ve egodan oluşan bir insanın kişiliğinin bencil olmasının önündeki emniyet anahtarı gibidir. Id ağır bastığında güdülerin egemen olduğu hem kişinin hem de içinde bulunduğu toplumun riske sokulduğu bir yapı ortaya çıkabilir. Buna karşılık superegonun çok baskın olduğu bir kişilik yapısında da davranışların aşırı kontrollü olduğu tutucu kişilik davranışları sergilenir.

Bilinçdışı ile dürtülerin farkındalık dışında olduğu zihinsel işlevler bölümü kastedilir.

Psikanalitik bilinç dışı, popüler bir kavram olan bilinçaltına benzer ama aynı değildir. Psikanaliz için, bilinç dışı bilinçte olmayan her şey değildir. Örneğin, motor becerileri, istem dışı fizyolojik hareketler değil ancak bilinçli aktif düşüncedeki bastırılanlardır. Ayrıca, ön yargı gibi otomatik süreçlerin örnekleri ve şimdiki ilişkilerin üzerindeki geçmişin etkileri bilinç dışıdır.

Freud’a göre, psikolojik bastırma yoluyla aklın ötesine taşınan kültür tarafından kabul edilmeyen düşünceler, arzular ve istekler, travmatik yaşantılar ve acı veren duyguların deposu bilinç dışıydı. Ancak, içerik her zaman olumsuz olmak zorunda değildi. Psikanalitik bakış açısına göre, bilinç dışı sadece kendi etkileri ile fark edilebilen bir güçtü – kendini belirtilerle ifade ederdi.

Freud’un daha sonra geliştirdiği “yapısal teorisi”ne göre ego, superego ve id zihnin bölümleridir. “İd” “ilkel arzuları” (cinsellik, saldırganlık, açlık vs.) saklayan, “süperego” içselleştirilmiş norm, ahlak ve tabuları kapsayan, ve “ego” bu iki bölümün arabulucusu ve kendilik duygusuna yol veren bölümdür.

Ayrıca lütfen bakınız:

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...