Felsefe hakkında her şey…

John Stuart Mill’in Haz Anlayışı ve Hedonizmi

06.11.2019
2.770

Çocukluğunuz boyunca diğer çocuklardan ayrı tutulduğunuzu hayal edin.

Zamanınızı oyun oynayarak geçireceğinize, özel hoca eşliğinde Yunanca ve cebir öğreniyor ya da oldukça zeki yetişkinlerle konuşuyorsunuz. Acaba nasıl biri olurdunuz? John Stuart Mill’in (1806-1873) başına gelen az çok böyle bir şeydi. Ona bir eğitim deneği gibi davranıldı. Babası, Jeremy Bentham‘ın dostu olan James Mill, bir çocuğun zihninin beyaz bir sayfa kadar boş olduğunu düşünen John Locke‘la aynı fikri paylaşıyordu.

James Mill, bir çocuk doğru yetiştirilirse onun bir dâhiye dönüşme şansının olduğunu düşünüyordu. Dolayısıyla James, oğlu John’a evde eğitim verdi ve yaşıtı olan çocuklarla oyun oynayarak zaman harcamadığından ve onlardan kötü alışkanlıklar edinmediğinden emin oldu. Ama bu çok çalışmak, zorla ezberlemek ya da bunun gibi bir şey değildi. James, Sokrates‘in sorgulama yöntemini kullanarak, oğluna papağan gibi ezber yaptırmak yerine onun öğrendiği fikirleri kendi kendine keşfetmesini sağlamayı istiyordu. Şaşırtıcı bir şekilde, John üç yaşındayken Eski Yunanları öğrenmeye başladı. Altı yaşındayken bir Roma tarihi yazdı, yedi yaşındayken Platon‘un diyaloglarım orijinal dilinde anlamaya başladı.

Mill büyük bir filozoftu; belki de on dokuzuncu yüzyılın en büyük filozofuydu. Mill bir faydacı olarak yetişmişti ve Bentham’ın bunda etkisi büyüktü. Mill ailesi, her yaz Bentham’ın Surrey kırsalındaki evinde kalırdı. Her ne kadar Mill, Bentham’ın doğru eylem her zaman en fazla mutluluğu üretir fikrine katılsa da hocasının haz olarak mutluluk açıklamasının çok ham olduğuna inanıyordu. Bu nedenle genç adam, teoriye ilişkin kendi versiyonunu geliştirdi ve yüksek ve aşağı hazlar arasında bir ayrım yaptı.

Seçme şansı verildiğinde, çamurlu ağılında yuvarlanıp yem kabındaki yiyecekleri midesine indiren hoşnut bir domuz mu, yoksa mutsuz bir insan mı olmak isterdiniz? Mill, mutlu bir domuz yerine üzgün bir insan olmayı seçeceğimizin açık olduğunu düşündü. Fakat bu, Bentham’ın düşündüğü şeye tersti. Bildiğimiz üzere Bentham önemli olan tek şeyin haz verebilen deneyimler olduğunu söylüyordu, bunların nasıl oluştuğu önemsizdi. Mill buna katılmıyordu. Farklı türde hazlara sahip olabileceğimizi ve bazılarının diğerlerinden çok daha iyi olduğunu düşünüyordu. Öyle ki aşağı hazzın miktarı ne kadar büyük olursa olsun, yüksek bir hazzın en ufak miktarıyla boy ölçüşemezdi. Aşağı düzeyde hazlar, örneğin bir hayvanın deneyimleyebileceği hazlar, kitap okumak ya da bir konser dinlemek gibi daha yüksek, zihinsel hazlarla asla karşılaştırılamazdı.

Mill daha da ileri gitti ve memnun bir aptal olmaktansa, memnuniyetsiz bir Sokrates olmanın daha iyi olduğunu söyledi. Bunun nedeni filozof Sokrates’in düşünmekle, bir aptalın elde edebileceğinden çok daha incelikli hazlara ulaşabilmesiydi. Mill’e neden inanalım? Buna cevabı, hem aşağı hem de yüksek hazları deneyimlemiş birinin, daha yüksek olanları tercih edeceği olmuştu. Domuz, okuyamaz ya da klasik müzik dinleyemez; dolayısıyla onun bu konu hakkındaki fikri hesaba katılmaz. Eğer domuz okuyabilseydi, çamurda yuvarlanmak yerine okumayı tercih ederdi. Mill’in düşündüğü şey buydu. Ancak bazı insanlar, Mill’in, herkesin çamurda yuvarlanmak yerine onun gibi kitap okumayı tercih edeceğini varsaydığını söylüyordu. Daha da kötüsü, Mill farklı mutluluk niteliklerinden (yüksek ve aşağı) ve bunların farklı niceliklerinden bahsettiği için, ne yapacağınızı nasıl hesaplayacağınızı bilmek çok daha zorlaşıyordu. Bentham’ın yaklaşımının en büyük erdemlerinden biri basitliğiydi, her türlü hazzın ve acının aynı değerle ölçülmesiydi. Mill, yüksek ve aşağı hazların farklı değerlerini hesaplamak için bir değişim oranı ortaya koymamıştı. Mill, kendi faydacı düşüncesini hayatın her alanına uygulamıştı. İnsanın, biraz da ağaçlara benzediğini düşünüyordu. Eğer bir ağaca büyüyebilmesi için yeterince yer vermezseniz, eğri büğrü ve zayıf olur. Fakat doğru bir yerde potansiyeline ulaşabilir, uzayabilir ve yayılabilir. Benzer şekilde, doğru koşullar altında insanlar da büyür ve bu sadece söz konusu birey için değil, tüm toplum için iyi sonuçlara neden olur – mutluluğu en yüksek dereceye çıkarır. 1859 yılında yayımladığı kısa, ama büyüleyici kitabında, her insana, uygun gördüğü gibi gelişebilmesi için bir yer vermenin, toplumu düzenlemenin en iyi yolu olduğu görüşünü savundu. Kitabın adı “Özgürlük Üzerine”dir ve bugün hâlâ yaygın şekilde okunmaktadır.

Paternalizm, baba anlamına gelen Latince kelime paterden gelir; birini, kendi iyiliği için bir şey yapmaya zorlamak anlamını taşır (gerçi anne anlamındaki Latince mater kelimesinden gelen maternalizm de olabilirdi pekâlâ.). Eğer çocukken size sebze yedirilmişse, bunun ne olduğunu çok iyi bilirsiniz. Yeşil sebze yemek bir çocuk için çoğu zaman hoş değildir, ama aileniz bunun sizin iyiliğiniz için olduğunu söyler. Mill, paternalizmin çocuğa uygulandığı zaman iyi olduğunu düşünüyordu: Çocukların korunması ve çeşitli yollarla davranışlarının kontrol edilmesi gerekir. Bununla birlikte, uygar toplumlarda yetişkinlere yönelik bir paternalizm kabul edilemezdi. Bunun için tek mazeret, bir yetişkinin kendi eylemleriyle başka birine zarar verme tehlikesi taşıması ya da ciddi psikiyatrik sorunlarının olmasıdır. Mill’in mesajı basitti. Bu, Zarar İlkesi olarak bilinir. Her yetişkin, kendisini memnun eden şekilde yaşama özgürlüğüne sahip olmalıdır, ancak bu süreçte başkası zarar görmemelidir.

Pek çok insanın, devletin görevlerinden birinin insanlara iyi ahlaki değerler benimsetmek olduğunu varsaydığı Victoria dönemi İngiltere’sinde bu meydan okuyan bir düşünceydi. Mill bu görüşe katılmıyordu. Daha büyük mutluluğun, nasıl davranacakları konusunda daha büyük bir özgürlüğe sahip insanlardan geleceğini düşünüyordu. Mill’in tek endişesi devletin insanlara ne yapacaklarını söylemesi değildi. “Çoğunluğun tiranlığı” dediği şeyden, toplumsal baskıların pek çok insanın olmak ya da yapmak istediği şeyin önüne engel koymasından da nefret ediyordu. Başkaları, sizi neyin mutlu edeceğini bildiklerini düşünebilir. Ama genelde yanılırlar. Kendi hayatınızla ne yapmak istediğinizi en iyi kendiniz bilirsiniz. Bilmiyorsanız bile tek bir yaşam biçimine uymaya zorlanmak yerine, kendi hatalarınızı yapmanın daha iyi olduğunu düşünüyordu Mili. Bireysel özgürlüğün artmasının kısıtlanmasından daha fazla mutluluk yaratacağına inandığı için bu fikir, onun faydacılığıyla tutarlıydı.

Mill, ahlâki failin eylemlerini haz ve acının yönlendirdiğini düşünmektedir.

Buna göre ahlâki fail doğası gereği, haz veren eylemlere yönelirken, acı veren eylemlerden ise uzaklaşmaktadır. Mill’e göre burada ahlâki failin amacı hazca zengin bir yaşama ulaşıp mutlu olmaktır. Mill, hazlar arasında bir ayrıma gitmektedir. O, hazların sadece nicelik olarak değil, nitelik olarak da birbirinden ayrılabileceğini savunmaktadır. Zira ona göre diğer bütün şeylerin değeri nicelikleri yanında nitelikleri de göz önüne alınarak değerlendirilirken, hazların bu durumdan muaf olduklarının iddia edilmesi saçmalıktır.

Bu düşünceden hareketle Mill, hazları “yüksek hazlar” ve “alçak hazlar” olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Ona göre alçak hazlar, yüksek hazlara nispeten daha az zihinsel çaba gerektiren hazlardır. Bu açıdan, güneş banyosu yapmak, pizza yemek, futbol oynamak, vb. eylemlerden alınan hazlar alçak hazlar içersinde yer alırken; Kant okumak, Mozart dinlemek, şiir okumak gibi eylemlerden alınan hazlar ise yüksek hazlar içersinde ele alınmaktadır.

Mill, yüksek hazların, alçak hazlardan üstünlüğünün, hazların daha devamlı olması, daha emniyetli olması, daha ucuz olması, vb. gibi içsel doğalarından kaynaklanan özelliklerinden ileri geldiğini savunmaktadır. Ona göre hazların bu içsel doğalarındaki farklılık hazlara nitelik olarak yansımaktadır. Bu nedenle yüksek hazlar ahlâki faile daha fazla ve nitelikli bir tatmin sağlarken, alçak hazlar için aynı şeyi söylemek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle Mill, ahlâki fail için nihai hedef olarak belirlediği mutluluğa ancak nitelikli hazlarla ulaşılabileceğini savunmaktadır.

Bazı hazların, diğerlerinden daha kıymetli, daha arzuya değer olduklarının iddia edilmesinin faydacılık ilkesiyle de son derece uyumlu olduğunu düşünen Mill’in hazların niteliğine yaptığı bu vurgunun iki temel nedeni olduğunu düşünüyoruz. Bunlardan ilki, faydacılığın bencillik ve çıkar düşkünlüğü felsefesi olduğu düşüncesinden hareketle, muarızları tarafından faydacılığa yapılan “domuzlara layık bir felsefe” eleştirisinin önüne geçmektir. Ona göre bu eleştiri tamamen faydacılığın yanlış anlaşılmasından ileri gelmektedir. Çünkü, bir insana hayvanlara ait en mükemmel hazlar vaat edilse bile, bu insan bu hazları kabul etmeyecektir. Zira Mill, hiçbir zeki adamın aptal olmayı, hiçbir aydının cahil olmayı, yüksek ruhlu ve vicdanlı olan hiç kimsenin bayağı ve bencil olmayı kabul etmeyeceğini iddia etmektedir.

Ayrıca yüksek yetilere sahip olan insanların mutlu olmak için daha fazla şeye ihtiyaç duysalar da, daha fazla acı çekseler de hiçbir zaman daha aşağı bir varlık olmayı arzulamayacaklarını iddia eden Mill, bu konuyla alakalı olarak şu meşhur sözünü söylemiştir: “Tatmin edilmiş bir domuz olmaktansa, tatmin edilmemiş bir insan olmayı; tatmin edilmiş bir aptal olmaktansa, tatmin edilmemiş bir Sokrates olmayı tercih ederim” İkinci temel neden ise, değer teorisinde ortaya koymuş olduğu, mutluluğa götüren araç değerlerden alınan hazların ahlâki faili gerçekten mutlu edemeyeceğine dair yapmış olduğu açıklamaya mantıksal bir zemin oluşturma çabasıdır. Bir başka ifadeyle mutlu olmak için parayı araç değer olarak görmekten vazgeçip, paraya sahip olmayı bizatihi amaç haline getiren ahlâki failin, paraya sahip olmaktan aldığı hazzın alçak hazlardan olduğunu ve bu nedenle ahlâki failin bu hazla mutluluğa ulaşamayacağına dair yaptığı açıklamanın mantıksal açıdan tutarlı hale getirilmesidir.

Mill’in hazları bu şekilde yüksek ve alçak hazlar olarak ayırması, ahlâki fail açısından yeni bir problem ortaya çıkarmaktadır. Buna göre alternatif iki eylem arasında kalan ahlâki fail, hangi eylemden nasıl bir haz alacağına nasıl karar verecektir? Mill, böyle bir durumda kalmış olan ahlâki faile iki çıkış yolu önermektedir.

İlki, eğer iki hazdan biri, bunları tadanların hepsi ya da hemen hemen tamamı tarafından, hiçbir ahlâki sorumluluk duygusuna bağlı kalmaksızın tercih ediliyorsa, Mill’e göre bu haz diğerinden daha fazla tercih edilmeye layık olandır.

İkincisi ise, bir nevi birincinin devamı olan bir bilene, uzmana danışma şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Mill, ahlâki failin danışacağı uzmanlara “ehil yargıçlar (competent judges)” adını vermektedir. Buna göre iki alternatif eylem arasında kalmış olan fail doğru kararı vermek için bu ehil yargıçlara danışmalıdır. Mill, ahlâki failin danışacağı bu ehil yargıçların iki özelliğinden bahsetmektedir. Bunların ilk özellikleri, alternatif iki eylemden ortaya çıkacak olan her iki hazzı da tatmış olmalarıdır. Çünkü ona göre ancak her iki hazzı tatmış biri bu konuda doğru bir değerlendirme yapabilecektir. İkinci özelikleri, bu ehil yargıçlar hazlar konusunda tek karar merciidirler. Bir başka ifadeyle hazlar konusunda tek değerlendirme yetkisi bu ehil yargıçlardadır. Mill, bu yetkili yargıçların yaptıkları değerlendirmede görüş ayrılıklarının olabileceğini, böyle bir durumda ahlâki failin, onlar arasında çoğunluğun kararına uyulabileceğini belirtmektedir. Ayrıca düşünürümüz, her iki hazzı tatmış olan bu yetkili yargıçların karakterlerinin asilliği nedeniyle daha mutlu olabileceğinin tartışmalı bir durum olduğunu kabul etmekle birlikte, bu yargıçların toplumu daha fazla mutlu edebileceği noktasının tartışmasız kabul edilmesi gerektiğini iddia etmektedir. Aslına bakılırsa Mill, ehil yargıçların kabulünü faydacı olmanın bir şartı olarak görmemektedir. Bu nedenle o, ahlâki faile ehil yargıçları bir danışman ve bir ideal tip niteliğinde sunmaktadır. Dolayısıyla ona göre her ne kadar ehil yargıçlar hazlar konusunda tek karar mercii olsalar da, onların kararları ahlâki faili, ahlâki yükümlülük bağlamında bir sorumluluk altına sokmaz. Bu nedenle karar yine ahlâki failin kendisine bırakılmıştır. Çünkü ehil yargıçların asıl işlevleri bireyden çok toplumun mutluluğunun sağlanması noktasında karşımıza çıkmaktadır.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı; Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XV, Sayı: 28 (2013/2)

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...