Felsefe hakkında her şey…

Duygu Eğitimi Nedir?

07.11.2019
1.753

Rousseau’ya göre insandaki ben-sevgisi ondaki en temel duygudur; bu duygu ilkseldir, içgüdüseldir, tüm geri kalanlar bu duygunun değişkileridir. Ama bu duygu bencillik ile karıştırılmamalıdır. “Çünkü bencillik yalnızca toplumda doğan ve insanı her zaman kendini başkalarına yeğlemeye götüren bir duygudur.” İlkel doğa durumunda bencillik yoktu.

Bu nedenle ben-sevgisi kendi içinde düşünüldüğünde her zaman iyi, her zaman doğa düzeniyle uyum içindedir. Ayrıca ilkel insan için acıma ve şefkat duyguları da doğaldır, yani bu duygular da onun doğasında vardır. Şefkat duygusu her bireydeki ben-sevgisinin şiddetini yumuşatarak türün sürdürülmesine katkıda bulunur ve doğa durumunda şefkat yasaları, ahlakın ve erdemliliğin yerine geçer. Ama yine de şefkat ben-sevgisinin bir türevidir. Emile’de şefkat ya da acıma duygusunun nasıl doğduğunu açıklamaya girişir: Bireyin kendisinden mutlu olanlara değil kendisinin de bağışık olmadığı rahatsızlıklara uğrayanlara şefkat ve duygudaşlık gösterdiğini ifade eder. Bu durumda kökensel bensevgisinin, ona eşlik eden bağımsız bir doğal acıma ya da şefkat duygusu tarafından değiştirilmesi değil, tersine, insan başkalarına da dikkat etmeye başladığı zaman acıma duygusunun zaten kökensel olarak onu içeren ben-sevgisinden türediğini öne sürer. Böylece acıma ya da şefkat ilk göreli duygudur.

Rousseau’ya göre insanın en temel duygusu ben sevgisidir. Geri kalan tüm duygular bu ilksel duygunun değişkileridirler.

Rousseau ayrıca ben-sevgisinin yalın bir sevgi olmadığını da belirtir. Çünkü insan bileşik bir varlıktır. Hem duyu yeteneği vardır, hem de düşünme yeteneği gelişmiştir. Duyusallığın isteği bedenin iyiliğine eğilimli iken, düşünme yetisinin isteği, düzen sevgisi ya da isteği tarzında ruhun iyiliğine ve gelişimine eğilimlidir. Bu yönden olan gelişime Rousseau, duyunç adını vermektedir. Gerek bedenin iyiliğine yönelim, gerekse de ruhun iyiliğine yönelim, her ikisi de ben- sevgisinde dile gelirler. Ahlaksal kavramlar daha çok duyuncun gelişimine bağlı olarak oluşurlar; bu açıdan erdemler ve bunun yanı sıra kusurlar da doğar. Bu arada ben-sevgisi üzerinde gelişen en önemli kavramlardan birisi de adalet kavramıdır. Buna göre adalet kavramı başkalarına borçlu olduğumuzdan değil, ama hakkımız olandan kaynaklanır. Yine doğal şefkat duygusundan eliaçıklık, affedicilik ya da insanlık gibi tüm toplumsal erdemler doğar. Bu temel dürtü ya da tutkularımızı ortadan kaldıramayacağımıza göre, ahlaksal gelişim temel öz sevgi tutkusunun doğru yönetiminden ve genişlemesinden oluşur. Ahlak böylece insanın doğal tutku ve duygularının karşı çıkılamaz bir gelişimidir. Erdemsizlik insan için doğal değildir, o çok farklı koşulların ürünüdür. Örneğin uygarlığın doğuşu insanın istek ve gereksinimlerini arttırmış, bu da bencilliği nefret ve öfke dolu tutkuları doğurmuştur. Öyleyse sade insanlar, doğaya en yakın duranlar, uygarlığın yapay duygu ve tutkularıyla bozulmamış olanlar, duyuncun sesine en açık olanlar olacaktır. Erdemin ilkeleri sade ruhlu insanların yüreklerinde yazılıdır ve onlar onu duyuncun sesiyle hemen bulup çıkarırlar. “Kendisiyle yetinmemiz gereken gerçek felsefe budur.”

Gerçi Rousseau, akıl ve düşüncenin ahlakın gelişiminde oynayacak bir rolü olduğunu yadsımıyor, hatta bunu ileri sürüyor ama vurguyu daha çok duygu üzerine yapmaktadır. Bu konuda şunları söyler: “Doğru olarak duyumsadığım doğru, eğri olarak duyumsadığım eğridir… Ancak duyunç ile çekiştiğimiz zamandır ki, uslamlamanı n inceliklerine başvurmamız gerekir.” Bu son anlatımla duygu sözcüğü artık dolaysız ayrımsamayı ya da sezgiyi imlemektedir. Ve bu nokta Rousseau’nun deizmini de bereberinde getirir: Çünkü pek çok insan dünya sistemine bakarak Tanrı’nın varlığını duyumsadığını söyleyebilir. “Tanrı’yı her yerde görüyorum ve onu kendi içimde hissediyorum.” diyebilir. Kaldı ki bunları Rousseau’ya Savoyard rahibi söylemiştir Rousseau da bu sonul önermeyi kabul etmiştir.

Rousseau’nun sezgiyi ve iç duyguyu yüceltmesi,18. yüzyılın ikinci yarısında oldukça yaygın olan ussalcılığa karşıt bir tepkiyi dile getiriyordu. Bu tepki, ussalcılığa başkaldırı girişimlerini de güçlü bir biçimde etkilemiştir. Bu nokta, aydınlanma döneminde Rousseau’nun kişiliğinde aydınlanma karşıtı olarak da anlaşılabilecek bir romantik düşünür yaratmıştır. Ancak Rousseau’da aydınlanma ruhuna uygun çok önemli ideler de bulunmaktadır. Toplum Sözleşmesi yapıtında temel hak ve özgürlüklere yer vermesi aydınlanma siyaset felsefesinin taşıyıcı ruhunu oluşturmaktadır. Bu nedenle Rousseau’yu aydınlanmanın bir parçası olarak görmek kaçınılmaz olmaktadır.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...