Felsefe hakkında her şey…

Matematik Sorunsaldan Mantığın Temellendirilmesine

04.11.2019
1.011

Husserl’in felsefi yolculuğu matematik felsefesiyle başlar.

1887’de savunduğu doktora tezi sayı kavramı üzerinedir. 1891’de Aritmetik Felsefesi’ni yayınlar. Husserl bu kitapta mantıksal çözümlemenin temel bazı önermelere dayandığını, bu önermelerde (örneğin nicelik, yoğunluk, zaman ve mekân gibi) basit, tanımlanamaz bazı kavramların, basit ilişkilerin ve ilişkisel kavramların (eşitlik, analoji, derecelenme, bütün, parça, nicelik ve birlik gibi) ortaya çıktığını söyler.

Bu kavramlar mantıksal ve formel bir biçimde tanımlanamadıklarına göre onları nasıl açıklayabiliriz? Husserl’e göre bu kavramlar somut bazı fenomenlerden soyutlanmışlardır. O hâlde, onları “açıklamak”, onların hangi fenomenlerden soyutlanmış olduklarını göstermek anlamına gelir. Husserl bu temel kavramların kökenini öznel etkinlikte, zihinsel öznel, psikolojik süreçlerde bulur. Bununla birlikte, Husserl’in aritmetik felsefesi alanındaki çabasının hedefi aritmetiğin temellerinin psikolojide bulunduğunu reddetmek ve matematiğe ve mantığa nesnel temeller kazandırmaktır. Fakat temel kavramların kökeninin öznellikte bulunması, bu kitabı değerlendiren Frege’nin Husserl’in psikolojist bir konuma düştüğünü ileri sürmesine yol açmıştır. Oysa Husserl’in konumu daha karmaşıktır. Evet, aritmetik nesneler, düşünüm yoluyla erişebileceğimiz psikolojik süreçlerden bağımsız değillerdir ama bu nesneleri idare eden yasalar da ampirik olumsallıklardan ibaret değildir. Bunlar, zorunlu ve evrensel bir bilginin nesneleridir. Husserl, kavramların iki biçimde açıklığa kavuşturulabileceğini söylüyor. Bir kavramı mantıksal ve formel olarak tanımlayarak açıklayabiliriz. Fakat eğer bir kavramı böyle açıklayamıyorsak onun somut fenomenlerden yapılan bir soyutlamayla ortaya çıktığını düşünmek gerekir. Ne var ki bu soyutlamada psikolojik zihinsel süreç ile bilincin varlıkla kurduğu a priori ilişkiyi birbirinden ayırt etmek gerekir.

Mantık ve matematik de duyumsanır şeylerle değil, bu biçimsel kategorilerle ilgilenirler. Husserl’in amacı matematiğin temel terimlerini açıklığa kavuşturmaktır. Böylece matematiğin formel yapısını görüde (deneyimde) temellendirmek ister. Ona göre bir bilim olan felsefenin yapması gereken iş bu tür temellendirmelerdir. Husserl’in bu kavramların kökenini öznellikte bulması, matematiğe nesnel temeller arayan filozoşarın tepkisini çekmiştir.

1901 yılında yayınlanan Mantıksal Araştırmalar’da Husserl’in psikolojizme, yani matematiğin ve mantığın ampirik psikolojiden türetilebileceğini savunan görüşe getirdiği eleştiriler çok daha kapsamlıdır ve çağın felsefesi üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Fakat burada da Husserl matematiğin ve mantığın nesneleri ile o nesneleri kavrayan psikolojik süreçler arasında bir ayrım yapar; bu nesneler bir yandan psikolojik süreçlerde ortaya çıkarlar, diğer yandan da zorunlu yapılarında kategorial görünün (intuition) nesnesi olarak o süreçlerden ayrılırlar.

Mantıksal Araştırmalar bilinci doğaya veya doğayı bilince indirgeyen, farklı ontolojik bölgeleri ayırt etmeyi ihmal eden natüralizmi, ideal nesneleri psikolojik süreçlere indirgeyen psikolojizmi ve bilinci bir doğal nesne gibi açıklamaya çalışan doğalcılığı eleştirmiş, bilinci yönelimsel bir biçimde kavramış, buna bağlı olarak bir doğruluk kuramı, bir görü kuramı geliştirmiştir. Biz özellikle “yönelimsellik”, “doğruluk” ve “görü” kavramlarının üzerinde durarak bunları açıklamaya çalışacağız.

“Intuition” kavramına Husserl’in verdiği anlam, Bergson’un verdiği anlamdan farklıdır. Bu nedenle Husserl felsefesinde “Intution” kavramının karşılığı olarak “görü” kavramı kullanılmıştır.

Mantıksal Araştırmalar’da Husserl zihinsel varlığın özünün yönelimsellik olduğunu söyler. Her bilinç bir şeyin bilincidir. Burada “şey” kavramını genel olarak anlamalıyız, yani bir hayal, bir sayı, bir masa, bir anı da bu “şey” olabilir. Bir zihin yaşantısı çift kutupludur, onun bir zihinsel edimden bir de yönelinenden oluştuğunu söyleyebiliriz. O hâlde bir hatırlama edimi bir anıya, bir hayal kurma edimi bir hayale, bir arzulama edimi bir arzulanana, bir eleştiri edimi bir eleştirilene yönelir. Yönelme anlam verme demektir, yönelinen ona verilen anlamın ışığında belirir. Bununla birlikte, bu iddia, bilinç dünyaya nasıl yöneliyorsa dünyanın da ona öyle belireceğini ileri sürmek amacını gütmez. Zira yönelimimizin hakikati görüden kaynaklanır. Eğer şeye anlam veren yönelimim, bir görü edimiyle doluyorsa şey gerçekten yöneldiğim gibidir. Eğer böyle bir görü söz konusu değilse o zaman yönelimim yine anlamlı olur fakat içi boş kalır.

Bana doğruluğu veren görü nedir? Husserl iki çeşit görü olduğunu öne sürer: Duyusal görü ve duyusal olmayan a priori görü. Mantıksal Araştırmalar’da Husserl dilden yola çıkarak anlam ile nesneyi ayırt eder. Dilde farklı türde adlar vardır. Bazen adlar tıpkı bir özellik gibi tek bir nesneyi tespit etmeye yararlar. Bir masal kahramanı na işaret eden “kırmızı başlıklı kız” gibi. Bazen de farklı anlamları olduğu halde tek bir nesneye işaret ederler. “Jena galibi” ve “Waterloo mağlubu”nun Napoleon’u belirtmesi gibi. “Zeynep”, “Pelin” gibi sözcük olarak bir anlamı olmayan ama bir kişiyi işaret eden isimler de vardır. Örneğin çiçek gibi cins isimler ise tümeldir ve anlamları bir kavram olup bir dizi nesneye gönderme yaparlar. Şimdi masaldaki kırmızı başlıklı kızı, bir zamanlar yaşamış olduğundan bahsedilen Napoleon’u, komşumuz Zeynep ve Pelin’i, masamın üzerinde duran sarı çiçekleri duyusal görü yoluyla bilirim. Ama dilimizde “ne var ki”, “ve”, “çok”, “az”, “iki”,”önünde”, “arkasında”, “burada”, “şurada”, “şimdi” vb., gibi duyumsanır bir karşılığı olmayan ancak meramımızı anlatmak için ihtiyacımız olan “biçimsel sözcükler” de vardır. Dahası, bunları kullanmak suretiyle yargıları ve nesneleri birbirine bağlayan ve Husserl’in “biçimsel kategoriler” dediği sözcükler de vardır. Örneğin, bağlaç (konjonksiyon) ve ayırma (disjonksiyon ) çeşitli çoğulluk biçimleri vb., yargıları birbirine bağlarlar. Set, sayı, parça, bütün, ilişki vs., ise nesneleri bir arada düşünmeye yarar. İşte Husserl’e göre bu kategorileri duyusal görüyle değil, aklın “kategoriyal görü” yetisiyle biliriz. Mantık ve matematik duyumsanır şeylerle değil, bu biçimsel kategorilerle ilgilenir. Psikolojizmin hatası bunların duyumsanır olandan soyutlama yoluyla üretilebileceğini sanmasıdır. Husserl biçimsel kategorileri çalışırken kategoriyal soyutlama yoluyla duyumsanır olandan kurtulmamız gerektiğini söyler.

Burada bir genişletme yapmak suretiyle Husserl özlerin, yani duyusal olmayan varlıkların da ne iseler o olarak, ta kendileri olarak zihinde görülebileceklerini öne sürer. Dahası, bu özler duyusal görüye bağlı olsalar bile, ona indirgenemezler. Sonuç olarak matematik bir hakikati a priori görü ile bilirim. Öznel süreçler yönelimsellik yoluyla a priori bir biçimde ideal varlıklarla bağlı oldukları için saf mantığın nesnel bilgisine sahip olabilirim. Bu iddiayı genelleyebiliriz: çeşitli varlık bölgelerindeki varlıkların özlerinin ne olduğunu da a priori bilirim. Fenomenolojik çözümleme, yönelimselliği çözümlemek yoluyla, beni bu özlerin bilgisine götürmeyi amaçlar.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...